TARAFINDAN SHANE LARKIN

İtiraf ediyorum: şampiyonluk maçında neredeyse takıma uğursuzluk getiriyordum.

Beş sayı öndeydik ve aşağı yukarı 30 saniye kalmıştı. Vasa iki serbest atış kullanmak için çizgiye geldi. İkisini de atacağını varsaydım. İlk atıştan önce Kruno’ya yaklaşıp “Dostum başardık. İnanamıyorum.” dedim.

Bunun üzerine Vasa ilk atışı kaçırdı. Kruno’un tepkisi şu oldu: “Aman Tanrım! Dostum sakın şu anda uğursuzluk getirme. 30 saniye sabret. Şu 30 saniye bitsin, sonra kutlarız.”

30 saniye geçtiğinde dayanmış ve kazanmıştık.

Aradan geçen bir ayda bu zaferi çok düşündüm.

Kazandık. Başardık.

Maç bittiğinde ellerim yüzümde, ne diyeceğimi, ne hissedeceğimi bilemez haldeydim. Duygularımı nasıl ifade edeceğimi bilmiyordum. O noktaya gelene kadar o kadar çok şey yaşanmıştı ki.

Bazen internete girip sosyal medyada ya da YouTube’da videoları açıp kutlama anını izliyorum çünkü o anları kaçırmış gibi hissediyorum. Yanlış anlamayın, olağanüstü mutlu bir andı ama içinden geçerken sanki gerçek değilmiş gibiydi.

İtiraf ediyorum: şampiyonluk maçında neredeyse takıma uğursuzluk getiriyordum.

Beş sayı öndeydik ve aşağı yukarı 30 saniye kalmıştı. Vasa iki serbest atış kullanmak için çizgiye geldi. İkisini de atacağını varsaydım. İlk atıştan önce Kruno’ya yaklaşıp “Dostum başardık. İnanamıyorum.” dedim.

Bunun üzerine Vasa ilk atışı kaçırdı. Kruno’un tepkisi şu oldu: “Aman Tanrım! Dostum sakın şu anda uğursuzluk getirme. 30 saniye sabret. Şu 30 saniye bitsin, sonra kutlarız.”

30 saniye geçtiğinde dayanmış ve kazanmıştık.

Aradan geçen bir ayda bu zaferi çok düşündüm.

Kazandık. Başardık.

Maç bittiğinde ellerim yüzümde, ne diyeceğimi, ne hissedeceğimi bilemez haldeydim. Duygularımı nasıl ifade edeceğimi bilmiyordum. O noktaya gelene kadar o kadar çok şey yaşanmıştı ki.

Bazen internete girip sosyal medyada ya da YouTube’da videoları açıp kutlama anını izliyorum çünkü o anları kaçırmış gibi hissediyorum. Yanlış anlamayın, olağanüstü mutlu bir andı ama içinden geçerken sanki gerçek değilmiş gibiydi.

Birkaç hafta öncesine kadar tam olarak farkına varamamıştım.

Şimdi ben bir EuroLeague şampiyonuyum. Bu gerçekten çok özel. 15 yıldır burada olan ve hiç EuroLeague şampiyonluğu kazanmamış oyuncular var. Dolayısıyla benim için bunu 3 sezonda gerçekleştirmiş olmak (ki bir sezonda fırsat olmamıştı) harika bir duygu. Bu aynı zamanda benim bu takımda oynayan en iyi oyunculardan biri olarak kabul edilmemi de pekiştiren bir durum.

Bu süreçte çok şey yaşadık. İki yıl önce finalde kaybettik. Geçen yıl şampiyonluk için favoriyken sezonu yarıda bırakmak zorunda kaldık. Bu yıl sezon başlangıcımız malum. Bir sürü sakatlık sorunumuz vardı. Sezonu yarıladığımızda mağlubiyet rekoru kırıyorduk. İnsanlar playoff’lara bile katılabileceğimizden emin değildi.

Playoff’lara kalıp Madrid’e karşı 2-0 öne geçtik. Ardından Madrid’de üst üste iki mağlubiyet aldık. Sonra kendi sahamıza dönüp o çılgın beşinci maçı oynadık. Sonunda da Köln’de uzun zamandır peşinde olduğumuz hedefe ulaştık. Bu süreç bu takımın ne kadar kişilikli olduğunu kanıtlayan bir sınav oldu.

Tüm zorluklara göğüs germeyi başardık. Sezon boyunca karşılaştığımız sakatlıklar ve diğer sıkıntıların moralimizi fazla bozmasına asla izin vermedik. En kritik anlarda, en önemli aşamalarda parlamayı bildik ve şampiyon olduk. Takımdaki güçlü kişiliklerin kanıtıdır bu.

O beklenen an geldiğinde ise gerçek olduğuna inanmak çok zordu.

İnanamasak da gerçekten başarmıştık. Gerçekten şampiyonduk.

İki yıl önce bizi finalde mağlup eden CSKA Moskova’yı geçmemiz gerekiyordu ve bunu başardık.

Ardından yenmemiz gereken Barselona sıralamada liderdi, ligin en yüksek bütçeli takımıydı, efsane oyuncu Pau Gasol gibi yeni oyunculara sahipti, en aranan koçu transfer etmişti ve MVP olmaya en yakın oyunculardan birine sahipti.

Sanki her şey olması gerektiği gibi olmuştu.

Sanki bir yerlerde önceden yazılmış ve sonuç başka türlü olamazmış gibiydi.

Kaderdi sanki.

Birkaç hafta öncesine kadar tam olarak farkına varamamıştım.

Şimdi ben bir EuroLeague şampiyonuyum. Bu gerçekten çok özel. 15 yıldır burada olan ve hiç EuroLeague şampiyonluğu kazanmamış oyuncular var. Dolayısıyla benim için bunu 3 sezonda gerçekleştirmiş olmak (ki bir sezonda fırsat olmamıştı) harika bir duygu. Bu aynı zamanda benim bu takımda oynayan en iyi oyunculardan biri olarak kabul edilmemi de pekiştiren bir durum.

Bu süreçte çok şey yaşadık. İki yıl önce finalde kaybettik. Geçen yıl şampiyonluk için favoriyken sezonu yarıda bırakmak zorunda kaldık. Bu yıl sezon başlangıcımız malum. Bir sürü sakatlık sorunumuz vardı. Sezonu yarıladığımızda mağlubiyet rekoru kırıyorduk. İnsanlar playoff’lara bile katılabileceğimizden emin değildi.

Playoff’lara kalıp Madrid’e karşı 2-0 öne geçtik. Ardından Madrid’de üst üste iki mağlubiyet aldık. Sonra kendi sahamıza dönüp o çılgın beşinci maçı oynadık. Sonunda da Köln’de uzun zamandır peşinde olduğumuz hedefe ulaştık. Bu süreç bu takımın ne kadar kişilikli olduğunu kanıtlayan bir sınav oldu.

Tüm zorluklara göğüs germeyi başardık. Sezon boyunca karşılaştığımız sakatlıklar ve diğer sıkıntıların moralimizi fazla bozmasına asla izin vermedik. En kritik anlarda, en önemli aşamalarda parlamayı bildik ve şampiyon olduk. Takımdaki güçlü kişiliklerin kanıtıdır bu.

O beklenen an geldiğinde ise gerçek olduğuna inanmak çok zordu.

İnanamasak da gerçekten başarmıştık. Gerçekten şampiyonduk.

İki yıl önce bizi finalde mağlup eden CSKA Moskova’yı geçmemiz gerekiyordu ve bunu başardık.

Ardından yenmemiz gereken Barselona sıralamada liderdi, ligin en yüksek bütçeli takımıydı, efsane oyuncu Pau Gasol gibi yeni oyunculara sahipti, en aranan koçu transfer etmişti ve MVP olmaya en yakın oyunculardan birine sahipti.

Sanki her şey olması gerektiği gibi olmuştu.

Sanki bir yerlerde önceden yazılmış ve sonuç başka türlü olamazmış gibiydi.

Kaderdi sanki.

ARALIK AYINDA BİR GÜN

Bir önceki blog yazımda, sezonun ne kadar inişli çıkışlı olduğundan bahsetmiştim. Şimdi, normal sezonun tamamına baktığımda, benim için öne çıkan birkaç özel an var. Bunlardan en önemlisi Aralık ayındaydı.

Üst üste üç maç kaybetmiştik. Ağır yenilgilerdi. Aralık ayında birkaç kez ağır malubiyetler almış, bazı maçlarda da muhtemelen kazanmamız gerekirken az farkla kaybetmiştik. Bir sonraki maçımızı kendi sahamızda Barcelona’ya karşı oynayacaktık. Barcelona sıralamanın zirvesindeydi ve herkes onları EuroLeague favorisi olarak gösteriyordu.

Bu galibiyet kendimize olan güvenimizin artmasına yardımcı oldu. Sonrasında, tırmanışa geçtik. Kazanmaya başladık. Karşımıza çıkan takımları büyük farklarla yenmeye başladık.

Maç Sinan Erdem’de oynanacaktı ve kendi sahamızda bir yenilgi almak bizi bitirirdi. Bir takım toplantısı yaptık ve her şeyi masaya yatırdık. Hepimiz takımın gidişatıyla ilgili olumlu ve olumsuz tüm düşündüklerimizi paylaştık. Neleri daha fazla, neleri daha az yapmamız gerektiğini konuştuk. Her şeyi açıkça konuştuk. Verimli bir toplantı oldu.

Ardından hepimiz bir mesaj vermek için o maça çıktık.

Bizim için sezonun gidişatı orada değişti diyebilirim.

Maçı kazandık. Aslında sonlara doğru arayı bayağı açmıştık ama Barcelona bir atak yaparak farkı azalttı. Bu galibiyet kendimize olan güvenimizin artmasına yardımcı oldu. Sonrasında, tırmanışa geçtik. Kazanmaya başladık. Karşımıza çıkan takımları büyük farklarla yenmeye başladık.

Sonraki maçların sadece birkaçını kaybettik. Bence Barcelona’ya karşı oynadığımız o maç, tekrar Final Four rotasına girmek ve şampiyon olabilme şansını tekrar yakalamak için ihtiyacımız olan dönüm noktasıydı.

LİDERLİĞİ ÖĞRENMEK

Zor bir yıl oldu. Böyle bir sezonda belki de daha önce hiç karşılaşmadığınız birçok farklı zorlukla karşılaşıyorsunuz.

Normal zamanlarda takım dışında hayat çok daha hareketli olur. Herkes için farklıdır tabi, ama çoğumuz için kötü bir maç ya da birkaç maç geçirdiğimizde, evde bir sorun olduğunda, ya da başka sıkıntılar varsa, kafa dağıtmak için yapacak keyifli şeyler vardır. Çıkıp takım arkadaşlarınla yemek yiyebilirsin. Sinemaya gidip bir film izleyebilirsin. Tekneyle çıkabilirsin. İstanbul’da kafanı basketboldan uzaklaştırmak için yapabileceğin bir sürü şey var.

Ancak bu yıl basketbolu düşünmek dışında yapacak pek bir şey yoktu.

Türkiye’de yılın büyük bir bölümünde, tam bir kapanma vardı. Restorana, alışveriş merkezine, sinemaya, parka gidemiyorduk. Basketbol dışında yapılabilecek hiçbir şey yoktu.

Bu durum hepimizi çok zorladı. Uyum sağlamak zorundaydık. Bu dönemde takım arkadaşlarımla daha net, kendimi daha net ifade ettiğim bir liderlik rolüne soyunmam gerekti.

Bu sezon lider olmakla ilgili öğrendiğim en önemli şey, söylediklerimin takımda bir ağırlığı olduğu ve nasıl mantığın sesi olabileceğimdi.

ARALIK AYINDA BİR GÜN

Bir önceki blog yazımda, sezonun ne kadar inişli çıkışlı olduğundan bahsetmiştim. Şimdi, normal sezonun tamamına baktığımda, benim için öne çıkan birkaç özel an var. Bunlardan en önemlisi Aralık ayındaydı.

Üst üste üç maç kaybetmiştik. Ağır yenilgilerdi. Aralık ayında birkaç kez ağır malubiyetler almış, bazı maçlarda da muhtemelen kazanmamız gerekirken az farkla kaybetmiştik. Bir sonraki maçımızı kendi sahamızda Barcelona’ya karşı oynayacaktık. Barcelona sıralamanın zirvesindeydi ve herkes onları EuroLeague favorisi olarak gösteriyordu.

Bu galibiyet kendimize olan güvenimizin artmasına yardımcı oldu. Sonrasında, tırmanışa geçtik. Kazanmaya başladık. Karşımıza çıkan takımları büyük farklarla yenmeye başladık.

Maç Sinan Erdem’de oynanacaktı ve kendi sahamızda bir yenilgi almak bizi bitirirdi. Bir takım toplantısı yaptık ve her şeyi masaya yatırdık. Hepimiz takımın gidişatıyla ilgili olumlu ve olumsuz tüm düşündüklerimizi paylaştık. Neleri daha fazla, neleri daha az yapmamız gerektiğini konuştuk. Her şeyi açıkça konuştuk. Verimli bir toplantı oldu.

Ardından hepimiz bir mesaj vermek için o maça çıktık.

Bizim için sezonun gidişatı orada değişti diyebilirim.

Maçı kazandık. Aslında sonlara doğru arayı bayağı açmıştık ama Barcelona bir atak yaparak farkı azalttı. Bu galibiyet kendimize olan güvenimizin artmasına yardımcı oldu. Sonrasında, tırmanışa geçtik. Kazanmaya başladık. Karşımıza çıkan takımları büyük farklarla yenmeye başladık.

Sonraki maçların sadece birkaçını kaybettik. Bence Barcelona’ya karşı oynadığımız o maç, tekrar Final Four rotasına girmek ve şampiyon olabilme şansını tekrar yakalamak için ihtiyacımız olan dönüm noktasıydı.

LİDERLİĞİ ÖĞRENMEK

Zor bir yıl oldu. Böyle bir sezonda belki de daha önce hiç karşılaşmadığınız birçok farklı zorlukla karşılaşıyorsunuz.

Normal zamanlarda takım dışında hayat çok daha hareketli olur. Herkes için farklıdır tabi, ama çoğumuz için kötü bir maç ya da birkaç maç geçirdiğimizde, evde bir sorun olduğunda, ya da başka sıkıntılar varsa, kafa dağıtmak için yapacak keyifli şeyler vardır. Çıkıp takım arkadaşlarınla yemek yiyebilirsin. Sinemaya gidip bir film izleyebilirsin. Tekneyle çıkabilirsin. İstanbul’da kafanı basketboldan uzaklaştırmak için yapabileceğin bir sürü şey var.

Ancak bu yıl basketbolu düşünmek dışında yapacak pek bir şey yoktu.

Türkiye’de yılın büyük bir bölümünde, tam bir kapanma vardı. Restorana, alışveriş merkezine, sinemaya, parka gidemiyorduk. Basketbol dışında yapılabilecek hiçbir şey yoktu.

Bu durum hepimizi çok zorladı. Uyum sağlamak zorundaydık. Bu dönemde takım arkadaşlarımla daha net, kendimi daha net ifade ettiğim bir liderlik rolüne soyunmam gerekti.

Sezon başında takımla birlikte değildim. Miami’de antrenman yapıyor, sağlığıma kavuşmaya çalışıyordum. Sezona istediğimiz gibi bir başlangıç yapamamıştık. Bir galibiyet, üç malubiyet almıştık. Oyuncular, antrenörler ve ekip beni arayıp sahada olanları anlatıyordu. Herhalde takımın yüzde 90’ıyla konuşmuşumdur. Bu durum bana takımın benden ne kadar beklentisi olduğunu gösterdi.

Artık, işler istedikleri gibi gitmediğinde arkadaşlarımın gelip konuşabileceği biri olmaktan mutluyum. Olumsuz bir dönemden geçen takım arkadaşlarım olduğunda onlarla konuşup daha iyi hissetmelerine yardımcı olmaya çalışıyorum. Birinin çok baskı altında olduğunu ya da fazla negatif enerji biriktirdiğini gösteren işaretleri öğrendim. Böyle durumlarda bu kişilerle konuşmaya ve her an yanlarında olmaya çalışıyorum.

Bu sezon liderlik konusunda en çok geliştiğim alan bu oldu. İşler yolunda gitmediğinde gelip benimle konuşulabilirsiniz. Kendinize güven duymanızı ve daha iyi hissetmenizı sağlayıp, durumun herkesin söylediği kadar kötü olmadığını anlamanızı sağlayabilirim.

Bu benim fikirlerimi daha fazla seslendirmemi gerektirdi ve oldukça zordu. Kişilik olarak daha ziyade davranışlarıyla örnek olabilen biriyim. Sahada bana baktığınızda ne fazla heyecanlı, ne de fazla sakin olduğumu görürsünüz. Bana baktığınızda kendime güvendiğimi görürsünüz ve bu güvenin takımdaki herkese bulaştığını umuyorum.

Liderlik konusunda geliştiğim bir alan da bu oldu. Sahada gördüklerimi dile getirmek, belirli bir oyun önermek, o anda mümkün olduğunu düşündüğüm farklı savunma tekniklerini kullanmak.

Fakat bu sezon kendimi sesli ifade ederek sahada sakinleştirici bir rol üstlenmeyi, zor zamanlarda takım arkadaşlarımı destekleme görevini üstlendim. Başını eğmiş bir arkadaşımı görürsem, gidip onunla konuşur ve daha iyi hissettirmeye çalışırım. Eğer takım arkadaşlarım antrenman sonrası kalıp şut çalışmaya devam ediyorsa ya da tedavi oluyorsa ben de kalırım. Bu bir şekilde güven duygusunu aktarmamı sağlıyor. Takım arkadaşlarımın kendilerini rahat hissetmeleri, özünde oldukları kişi gibi davranmalarını sağlıyor. Ne olursa olsun onların yanında olacağımızı ve onlara güveneceğimizi biliyorlar.

Bu benim için de faydalı oldu, çünkü bu sezon en iyi oyunumu sergileyemediğim maçlar oldu. Sahaya çıktığımızda herkes ligin en skorer oyuncularından biri olduğumu biliyor. Bu yüzden karşı takım bana sayı attırmamaya odaklanıyor.

Sayı atabilen çok oyuncumuz var, ama eğer ben ritim yakalayıp çok fazla sayı atmaya başlarsam o zaman gerçekten uzun ve keyifli bir maç izleyeceksiniz demektir. Bu nedenle çoğu zaman takımlar bana karşı farklı savunmalar uyguluyorlar. Bana karşı switch yapararak, bazen iki, bazen üç defans oyuncusu oynatarak, ofansif olarak ritim yakalamamı engellemeye çalışıyorlar. O anlarda takım arkadaşlarıma “agresif olmalısınız” diyorum. “Şut atmalısınız. Pozisyon yaratmalısınız çünkü eğer bana bu kadar yoğunlaşıyorlarsa, bu size daha az yoğunlaştıkları anlamına gelir. Dolayısıyla daha fazla fırsat yakalar ve başarılı olma şansınızı arttırırsınız.”

Sezon başında takımla birlikte değildim. Miami’de antrenman yapıyor, sağlığıma kavuşmaya çalışıyordum. Sezona istediğimiz gibi bir başlangıç yapamamıştık. Bir galibiyet, üç malubiyet almıştık. Oyuncular, antrenörler ve ekip beni arayıp sahada olanları anlatıyordu. Herhalde takımın yüzde 90’ıyla konuşmuşumdur. Bu durum bana takımın benden ne kadar beklentisi olduğunu gösterdi.

Artık, işler istedikleri gibi gitmediğinde arkadaşlarımın gelip konuşabileceği biri olmaktan mutluyum. Olumsuz bir dönemden geçen takım arkadaşlarım olduğunda onlarla konuşup daha iyi hissetmelerine yardımcı olmaya çalışıyorum. Birinin çok baskı altında olduğunu ya da fazla negatif enerji biriktirdiğini gösteren işaretleri öğrendim. Böyle durumlarda bu kişilerle konuşmaya ve her an yanlarında olmaya çalışıyorum.

Bu sezon liderlik konusunda en çok geliştiğim alan bu oldu. İşler yolunda gitmediğinde gelip benimle konuşulabilirsiniz. Kendinize güven duymanızı ve daha iyi hissetmenizı sağlayıp, durumun herkesin söylediği kadar kötü olmadığını anlamanızı sağlayabilirim.

Bu benim fikirlerimi daha fazla seslendirmemi gerektirdi ve oldukça zordu. Kişilik olarak daha ziyade davranışlarıyla örnek olabilen biriyim. Sahada bana baktığınızda ne fazla heyecanlı, ne de fazla sakin olduğumu görürsünüz. Bana baktığınızda kendime güvendiğimi görürsünüz ve bu güvenin takımdaki herkese bulaştığını umuyorum.

Liderlik konusunda geliştiğim bir alan da bu oldu. Sahada gördüklerimi dile getirmek, belirli bir oyun önermek, o anda mümkün olduğunu düşündüğüm farklı savunma tekniklerini kullanmak.

Fakat bu sezon kendimi sesli ifade ederek sahada sakinleştirici bir rol üstlenmeyi, zor zamanlarda takım arkadaşlarımı destekleme görevini üstlendim. Başını eğmiş bir arkadaşımı görürsem, gidip onunla konuşur ve daha iyi hissettirmeye çalışırım. Eğer takım arkadaşlarım antrenman sonrası kalıp şut çalışmaya devam ediyorsa ya da tedavi oluyorsa ben de kalırım. Bu bir şekilde güven duygusunu aktarmamı sağlıyor. Takım arkadaşlarımın kendilerini rahat hissetmeleri, özünde oldukları kişi gibi davranmalarını sağlıyor. Ne olursa olsun onların yanında olacağımızı ve onlara güveneceğimizi biliyorlar.

Bu benim için de faydalı oldu, çünkü bu sezon en iyi oyunumu sergileyemediğim maçlar oldu. Sahaya çıktığımızda herkes ligin en skorer oyuncularından biri olduğumu biliyor. Bu yüzden karşı takım bana sayı attırmamaya odaklanıyor.

Sayı atabilen çok oyuncumuz var, ama eğer ben ritim yakalayıp çok fazla sayı atmaya başlarsam o zaman gerçekten uzun ve keyifli bir maç izleyeceksiniz demektir. Bu nedenle çoğu zaman takımlar bana karşı farklı savunmalar uyguluyorlar. Bana karşı switch yapararak, bazen iki, bazen üç defans oyuncusu oynatarak, ofansif olarak ritim yakalamamı engellemeye çalışıyorlar. O anlarda takım arkadaşlarıma “agresif olmalısınız” diyorum. “Şut atmalısınız. Pozisyon yaratmalısınız çünkü eğer bana bu kadar yoğunlaşıyorlarsa, bu size daha az yoğunlaştıkları anlamına gelir. Dolayısıyla daha fazla fırsat yakalar ve başarılı olma şansınızı arttırırsınız.”

Liderlik konusunda geliştiğim bir alan da bu oldu. Sahada gördüklerimi dile getirmek, belirli bir oyun önermek, o anda mümkün olduğunu düşündüğüm farklı savunma tekniklerini kullanmak, serbest atışlar sırasında takım arkadaşlarımla konuşmak ve bunun gibi şeyler. Hepsinin amacı sahada takım olarak olabildiğince başarılı olmak.

Hiçbir zaman derdim kendimi öne çıkarmak olmadı. Önce kendisini düşünen biri değilim. Benim 20 sayı ya da 5 sayı atmam önemli değil. Kazandığımız sürece bunun önemi yok.

GERÇEK BİR TAKIM

Sezon boyunca birçok oyuncumuz öne çıktı ve varlıklarını güçlü bir şekilde hissettirdiler.

Elbette Vasilije Micić sezon boyunca harika bir oyun oynadı. Hem normal sezonda hem de Final Four’da MVP olması tesadüf değil. Bu yıl ligin en iyi oyuncusuydu. Çok yetenekli bir oyuncu. Pas verebiliyor, şut atabiliyor, top sürebiliyor, pozisyon üretebiliyor. Böylece benim üzerimdeki baskıyı azaltıyor ve ben de onun üzerindeki baskıyı azaltıyorum. Biz ona destek olabiliyoruz, o da bizi zafere taşıyabiliyor. Bazen de ben takımı zafere taşıyabiliyorum. Eğer bunu ikimiz de aynı anda yaparsak o zaman Avrupa’da çok az takımın bizi yenme şansı var.

Savunma sahasında onun seviyesinde, onun yeteneğine, kafa yapısına ve kişiliğine sahip bir partnerimin olması üzerimdeki baskıyı azaltıyor ve sahaya çıkıp keyifle oyunumu oynamak çok daha kolay oluyor.

Eğer bir maçta iyi oynamıyorsam, ritim yakalayamadıysam, olabileceğim en iyi seviyede değilsem, benim için orada olan bir takım arkadaşım olduğunu biliyorum. Ben çok iyi değilsem o beni yukarı çekiyor, o çok iyi değilse de ben onu. O anki durum ne olursa olsun maçlarda mutlaka birbirimize destek oluyoruz. Bu da işimizi çok kolaylaştırıyor.

Geçen yıl ben muhtemel MVP gösterilirken bu yıl onun MVP olması bu takımda ne kadar kaliteli bir savunma olduğunu gösteriyor. Avrupa’da oyun tecrübem fazla değil. Buradaki tarihçesini bilmiyorum. Ama bildiğim kadarıyla, bence EuroLeague’in yakın geçmişinde bir araya getirilmiş en iyi savunmalardan birine sahibiz. Hatta belki de en iyisine.

Liderlik konusunda geliştiğim bir alan da bu oldu. Sahada gördüklerimi dile getirmek, belirli bir oyun önermek, o anda mümkün olduğunu düşündüğüm farklı savunma tekniklerini kullanmak, serbest atışlar sırasında takım arkadaşlarımla konuşmak ve bunun gibi şeyler. Hepsinin amacı sahada takım olarak olabildiğince başarılı olmak.

Hiçbir zaman derdim kendimi öne çıkarmak olmadı. Önce kendisini düşünen biri değilim. Benim 20 sayı ya da 5 sayı atmam önemli değil. Kazandığımız sürece bunun önemi yok.

GERÇEK BİR TAKIM

Sezon boyunca birçok oyuncumuz öne çıktı ve varlıklarını güçlü bir şekilde hissettirdiler.

Elbette Vasilije Micić sezon boyunca harika bir oyun oynadı. Hem normal sezonda hem de Final Four’da MVP olması tesadüf değil. Bu yıl ligin en iyi oyuncusuydu. Çok yetenekli bir oyuncu. Pas verebiliyor, şut atabiliyor, top sürebiliyor, pozisyon üretebiliyor. Böylece benim üzerimdeki baskıyı azaltıyor ve ben de onun üzerindeki baskıyı azaltıyorum. Biz ona destek olabiliyoruz, o da bizi zafere taşıyabiliyor. Bazen de ben takımı zafere taşıyabiliyorum. Eğer bunu ikimiz de aynı anda yaparsak o zaman Avrupa’da çok az takımın bizi yenme şansı var.

Savunma sahasında onun seviyesinde, onun yeteneğine, kafa yapısına ve kişiliğine sahip bir partnerimin olması üzerimdeki baskıyı azaltıyor ve sahaya çıkıp keyifle oyunumu oynamak çok daha kolay oluyor.

Eğer bir maçta iyi oynamıyorsam, ritim yakalayamadıysam, olabileceğim en iyi seviyede değilsem, benim için orada olan bir takım arkadaşım olduğunu biliyorum. Ben çok iyi değilsem o beni yukarı çekiyor, o çok iyi değilse de ben onu. O anki durum ne olursa olsun maçlarda mutlaka birbirimize destek oluyoruz. Bu da işimizi çok kolaylaştırıyor.

Geçen yıl ben muhtemel MVP gösterilirken bu yıl onun MVP olması bu takımda ne kadar kaliteli bir savunma olduğunu gösteriyor. Avrupa’da oyun tecrübem fazla değil. Buradaki tarihçesini bilmiyorum. Ama bildiğim kadarıyla, bence EuroLeague’in yakın geçmişinde bir araya getirilmiş en iyi savunmalardan birine sahibiz. Hatta belki de en iyisine.

Bu yıl öne çıkan başka bir isim de Sertaç Şanlı. Son birkaç sezondur en çok gelişen oyuncu diyebilirim. Takımda olduğum son birkaç yıldır fazla süre almamıştı ama bu yıl önemli bir çıkış yakaladı.

Geçen yıl Bryant Dunston sezona takımın ilk beşteki pivotu olarak başlamıştı ama sonra talihsiz bir sakatlık yaşadı ve bu ona çok zaman kaybettirdi. Kafalarda “Yeni bir oyuncu almalı mıyız? Para harcayıp Bryant’ın yerine oynayacak yeni bir uzunla anlaşmalı mıyız?” soruları vardı. Takımda Sertaç gibi bir oyuncumuz vardı ve o harika bir oyun oynayarak tüm bu soruları ortadan kaldırdı. Bu göreve soyundu ve iyi oynadı.

Bu sezon Tibor Pleis ve Bryant sezona takımın ana pivotları olarak başladılar. Ardından Bryant gözünde bir sorun nedeniyle tekrar ara verdi. Tibor da ayağında bir sakatlık yaşadı. Böyle olunca Sertaç yine devreye girdi. Sanırım sezonun ikinci yarısından itibaren ilk beşte oynayan pivot oldu ve harika bir sezon geçirdi. Zorlandığımız zamanlarda bir takım değişiklikler yaptık ve Sertaç’ın katkıları takımın ivme kazanmasına yardımcı oldu. Bir uzun olarak bize çok fazla alan yaratabiliyor. Aynı zamanda çemberi de çok iyi savunabiliyor. Bu da bize son üç yıldır kullandıklarımızın dışında farklı alternatifler sunuyor.

Dolayısıyla bireysel performans anlamında bence Sertaç sorumluluk aldı ve tüm EuroLeague’in en iyi pivotlarından biri olduğunu gösterdi.

Bryant Dunston bizim en iyi savunma oyuncumuz ve her daim bir savaşçı. Pick and roll’da harika oynuyor, blok yapıyor, çok aktif ve top hakimiyeti çok iyi. O ve Chris Singleton birlikte oynadığında pivot ve forvet savunmamız çok güçlü, hatta belki de ligin en güçlülerinden biri oluyor.

Chris ona hücumda ihtiyacımız olduğunda da öne çıktı. Chris olmadan Real Madrid’e karşı o 5. maçı kazanma şansımız yoktu. Çok agresif bir oyunla yeteneğini gösterdi. O maçta bizi galibiyete taşıdı.

Bu çağrıya cevap veren Chris Singleton oldu.

Bir başka kilit oyuncu da sezonun en önemli maçlarından ikisinde oyunu lehimize çeviren Tibor Pleis. O kesinlikle çok daha fazla övgü ve saygıyı hak eden bir gizli kahraman.

Uzun oyuncularımız genelde bizim hücumumuzun merkezinde değildir. Çoğu zaman hücumumuzun odak noktası ben, Vasa, Kruno ya da Roddy olur. Sayı atmak için pick and roll ya da ona benzer teknikler kullanırız.

Madrid’e karşı oynadığımız 5. maçın başlarında Chris’e gittik, o da kendisini savunan herkesi cezalandırdı. Rakibin uzunlarını cezalandırdı. Oyun kurucularını cezalandırdı. Sezonun en kritik anında ve baskı altındayken, bu takımda oynadığı en iyi oyun için övgüyü hak ediyor.

Odağını kaybetmeden oyuna adanmışlığını gerçekten takdir ettim. EuroLeague playoff maçlarının beşincisinde bizi 26 sayı ve 8 ribaundla zafere taşıması onun için muhteşem bir başarı.

Bunun bir parçası olduğum ve onun bu şekilde parladığını görebildiğim için çok mutluyum.

Roddy Beaubois yarı final maçında gerçekten çok iyi oynadı. Roddy’nin bizi tüm çeyrek boyunca, hatta bütün bir maç boyunca ofansif olarak taşıyabildiği oluyor. Bizim için fitili ateşleyenlerden biri.

Bir başka kilit oyuncu da sezonun en önemli maçlarından ikisinde oyunu lehimize çeviren Tibor Pleis. Playoff maçlarının beşincisinde evimizde Madrid’e karşı oynuyorduk. Tibor seri boyunca oynamamıştı ama Koç Ataman onu dördüncü çeyrekte oyuna almaya karar verdi. Oyuna girdi ve harika bir üçlük attı, çok iyi bir blok yaptı ve ihtiyacımız olan skor farkını yarattı.

Final maçında da tam olarak aynı şeyi yaptı. Çok iyi oynamıyorduk. Koç Tibor’u maçın başlarında oyuna aldı. Tibor girdi, önce köşeden harika bir şut attı, sonra şahane bir üçlük attı. Gözle görülmese de takımın kendine güveni arttı ve tekrar hareketlendik. Oysa istatistiklere bakacak olursanız belki sadece 6-7 dakika oynamıştır ama o sürede bize katkısı çok önemliydi.

Son aylarda fazla süre almamış olmasına rağmen her an oynamaya hazır olması, oyuna girdiğinde de fazla bir ritim yakalamadan bu şekilde katkı yapabilmesi gerçekten büyük başarı. O kesinlikle çok daha fazla övgü ve saygıyı hak eden bir gizli kahraman.

Aynı şey Krunoslav Simon için de geçerli. Kruno’nun bazı kilit anları oldu, kilit atışlar yaptı. Real Madrid’e karşı 5. maçta attığı üçlüğü hep hatırlayacağız ve kendisi de eminim hiç unutmayacak.

Çok çok önemli bir andı.

Bu yıl öne çıkan başka bir isim de Sertaç Şanlı. Son birkaç sezondur en çok gelişen oyuncu diyebilirim. Takımda olduğum son birkaç yıldır fazla süre almamıştı ama bu yıl önemli bir çıkış yakaladı.

Geçen yıl Bryant Dunston sezona takımın ilk beşteki pivotu olarak başlamıştı ama sonra talihsiz bir sakatlık yaşadı ve bu ona çok zaman kaybettirdi. Kafalarda “Yeni bir oyuncu almalı mıyız? Para harcayıp Bryant’ın yerine oynayacak yeni bir uzunla anlaşmalı mıyız?” soruları vardı. Takımda Sertaç gibi bir oyuncumuz vardı ve o harika bir oyun oynayarak tüm bu soruları ortadan kaldırdı. Bu göreve soyundu ve iyi oynadı.

Bu sezon Tibor Pleis ve Bryant sezona takımın ana pivotları olarak başladılar. Ardından Bryant gözünde bir sorun nedeniyle tekrar ara verdi. Tibor da ayağında bir sakatlık yaşadı. Böyle olunca Sertaç yine devreye girdi. Sanırım sezonun ikinci yarısından itibaren ilk beşte oynayan pivot oldu ve harika bir sezon geçirdi. Zorlandığımız zamanlarda bir takım değişiklikler yaptık ve Sertaç’ın katkıları takımın ivme kazanmasına yardımcı oldu. Bir uzun olarak bize çok fazla alan yaratabiliyor. Aynı zamanda çemberi de çok iyi savunabiliyor. Bu da bize son üç yıldır kullandıklarımızın dışında farklı alternatifler sunuyor.

Dolayısıyla bireysel performans anlamında bence Sertaç sorumluluk aldı ve tüm EuroLeague’in en iyi pivotlarından biri olduğunu gösterdi.

Bryant Dunston bizim en iyi savunma oyuncumuz ve her daim bir savaşçı. Pick and roll’da harika oynuyor, blok yapıyor, çok aktif ve top hakimiyeti çok iyi. O ve Chris Singleton birlikte oynadığında pivot ve forvet savunmamız çok güçlü, hatta belki de ligin en güçlülerinden biri oluyor.

Chris ona hücumda ihtiyacımız olduğunda da öne çıktı. Chris olmadan Real Madrid’e karşı o 5. maçı kazanma şansımız yoktu. Çok agresif bir oyunla yeteneğini gösterdi. O maçta bizi galibiyete taşıdı.

Bu çağrıya cevap veren Chris Singleton oldu.

Bir başka kilit oyuncu da sezonun en önemli maçlarından ikisinde oyunu lehimize çeviren Tibor Pleis. O kesinlikle çok daha fazla övgü ve saygıyı hak eden bir gizli kahraman.

Uzun oyuncularımız genelde bizim hücumumuzun merkezinde değildir. Çoğu zaman hücumumuzun odak noktası ben, Vasa, Kruno ya da Roddy olur. Sayı atmak için pick and roll ya da ona benzer teknikler kullanırız.

Madrid’e karşı oynadığımız 5. maçın başlarında Chris’e gittik, o da kendisini savunan herkesi cezalandırdı. Rakibin uzunlarını cezalandırdı. Oyun kurucularını cezalandırdı. Sezonun en kritik anında ve baskı altındayken, bu takımda oynadığı en iyi oyun için övgüyü hak ediyor.

Odağını kaybetmeden oyuna adanmışlığını gerçekten takdir ettim. EuroLeague playoff maçlarının beşincisinde bizi 26 sayı ve 8 ribaundla zafere taşıması onun için muhteşem bir başarı.

Bunun bir parçası olduğum ve onun bu şekilde parladığını görebildiğim için çok mutluyum.

Roddy Beaubois yarı final maçında gerçekten çok iyi oynadı. Roddy’nin bizi tüm çeyrek boyunca, hatta bütün bir maç boyunca ofansif olarak taşıyabildiği oluyor. Bizim için fitili ateşleyenlerden biri.

Bir başka kilit oyuncu da sezonun en önemli maçlarından ikisinde oyunu lehimize çeviren Tibor Pleis. Playoff maçlarının beşincisinde evimizde Madrid’e karşı oynuyorduk. Tibor seri boyunca oynamamıştı ama Koç Ataman onu dördüncü çeyrekte oyuna almaya karar verdi. Oyuna girdi ve harika bir üçlük attı, çok iyi bir blok yaptı ve ihtiyacımız olan skor farkını yarattı.

Final maçında da tam olarak aynı şeyi yaptı. Çok iyi oynamıyorduk. Koç Tibor’u maçın başlarında oyuna aldı. Tibor girdi, önce köşeden harika bir şut attı, sonra şahane bir üçlük attı. Gözle görülmese de takımın kendine güveni arttı ve tekrar hareketlendik. Oysa istatistiklere bakacak olursanız belki sadece 6-7 dakika oynamıştır ama o sürede bize katkısı çok önemliydi.

Son aylarda fazla süre almamış olmasına rağmen her an oynamaya hazır olması, oyuna girdiğinde de fazla bir ritim yakalamadan bu şekilde katkı yapabilmesi gerçekten büyük başarı. O kesinlikle çok daha fazla övgü ve saygıyı hak eden bir gizli kahraman.

Aynı şey Krunoslav Simon için de geçerli. Kruno’nun bazı kilit anları oldu, kilit atışlar yaptı. Real Madrid’e karşı 5. maçta attığı üçlüğü hep hatırlayacağız ve kendisi de eminim hiç unutmayacak.

Çok çok önemli bir andı.

Kruno serilerde o kadar iyi oynamamıştı. Genelde çift haneli sayı atar, her maçta 4-5 ribaund ve 4-5 asist yapardı ama çoğumuz gibi o da Madrid’in defansif oyunu karşısında zorlanıyordu. Matchup zone oynuyorlar, savunmada adam değiştiriyorlardı ve bu birçoğumuzun oyun düzenini bozmuştu.

Bu durum özellikle ilk dört maçta Kruno’yu çok etkiledi. Ama 5. maçta çok agresif oynadı ve o maçta kendisine çok ihtiyacımız vardı. Kruno bizim kilit ve en tecrübeli oyuncularımızdan biri. Öne çıkmasına ihtiyacımız vardı ve o da bunu başardı.

Takımda herkes Kruno’yu sever. Hem sahada, hem saha dışında. Her zaman güven veren istikrarlı biri. Yaptığı her şey saygı uyandırıyor, özellikle de yaşı itibariyle. Sezon boyunca takımın üzerindeki baskıya rağmen maçın o anında yaptığı o atış, hem kendisi için, hem bizim için çok önemliydi. 

Bu takımın özelliği bu. Herkes gerçekten kendi üzerine düşeni yapıyor. Herkes farklı anlarda öne çıkıyor.

Birkaç kez belirli bir oyuncunun çıkıp bize bir şey katabileceğini göstermesi gerekiyordu, ve süreç boyunca tam da bunu yapan birçok oyuncumuz oldu. Birinci oyuncudan onbeşinci oyuncuya kadar. Biz gerçek bir takımız ve bu kadroda herkes aynı derecede önemli.

İyi bir savunma yapıyorsak, bu sadece bir kişinin başarısı değil. Herkes sisteme katkı sağlıyor, diğerleri için elinden geleni yapıyor, ortadaki her top için savaş veriyor. Hücum faulleri, hareketli perdeleme faulleri alarak bize karşı oynamayı zorlaştırıyor.

Öngörü yapmanın bu kadar zor olduğu, Koç Ataman geminin rotasını sabit tutmayı başardı.

Gerektiğinde her birimiz takımı olması gereken yere taşımak için sorumluluk alarak elinden geleni yapıyor.

Koç Ataman’ın da hakkını teslim etmeliyim. Son üç yıldır çalışma şeklimiz konusunda tutarlı oldu. Kendine güvenen ve oyuncularına da çok güven veren bir koç. Herkesin yeteneklerine ve potansiyeline uygun oynamasına imkân veriyor.

Öngörü yapmanın bu kadar zor olduğu, kimin müsait olacağını ya da kimin COVID nedeniyle oynayamayacağını bilmediğimiz bir sezonda, Koç Ataman geminin rotasını sabit tutmayı başardı.

Sezonun başlarında gerektiği kadar iyi oynamamış olsak da, çok büyük değişiklikler yapmadı. Güvenini kaybetmedi. Oyuncularının yanında durdu. Düzeni değiştirmedi. Bir noktada ritmimizi bulduğumuzda, herkes sağlığına kavuştuğunda yükselişe geçeceğimizi biliyordu. Bunu yapmak cesaret ister. Batıyor gibi görünen bir gemide kalmak cesaret ister.

GELECEĞE DAİR

Bu başarıyı bu sezon elde etmemizin bizim için önemli olmasının bir nedeni daha vardı: birçoğumuz için şu anda gelecek belirsiz. Kesin olan tek şey önümüzdeki sezon başladığında Anadolu Efes’in biraz daha farklı bir takım olacağı.

Kariyerimde ilk defa bir takımda bir sezondan fazla oynadım. Takımdaki üçüncü yılım ve birçok takım arkadaşımla ömür boyu sürecek dostluklar kurduk. Bu serüvenin sonunda şampiyonluğu kazanmış olmak hepimiz için tüm yaşadıklarımıza basılmış bir onay mührü gibi.

Tüm bu süreç inanılmaz bir hikaye.

İlk sezon takımda birbirini tanımaya çalışan sekiz ya da dokuz yeni oyuncuyken EuroLeague şampiyonluk maçına kadar yükseldik. Finalde mağlup olsak da, Türkiye Ligi’nde 10 sezon sonra ilk kez şampiyon olduk.

Ertesi sene sezona ligin en iyi takımı olma hedefiyle başladık. Şampiyonluğu hak ettiğimizi kanıtlamak istiyorduk ve sezon boyunca harika oynadık. Sonra COVID her şeyi berbat etti.

Ardından geçtiğimiz yaz benim NBA’ye gideceğim ya da başka oyuncuların farklı takımlarla anlaştığına dair söylentiler çıktı. Fakat hepimiz dönmeye karar verdik. Yapabileceğimize inandığımız şeyi gerçekleştirmek üzere hepimiz Efes’e döndük.

Sezonu hem Türkiye Ligi hem de EuroLeague şampiyonu olarak kapattık ve böylece Avrupa’nın tartışmasız en iyi takımı olduğumuzu kanıtladık.

Bu çok güzel, muhteşem bir hikaye. Çok özel oyuncular, çok özel bir takım, ve her birimizin kariyerinde ömür boyu unutulmayacak çok özel bir dönemdi. Her zaman anlatacağımız bir hikaye bu.

Kruno serilerde o kadar iyi oynamamıştı. Genelde çift haneli sayı atar, her maçta 4-5 ribaund ve 4-5 asist yapardı ama çoğumuz gibi o da Madrid’in defansif oyunu karşısında zorlanıyordu. Matchup zone oynuyorlar, savunmada adam değiştiriyorlardı ve bu birçoğumuzun oyun düzenini bozmuştu.

Bu durum özellikle ilk dört maçta Kruno’yu çok etkiledi. Ama 5. maçta çok agresif oynadı ve o maçta kendisine çok ihtiyacımız vardı. Kruno bizim kilit ve en tecrübeli oyuncularımızdan biri. Öne çıkmasına ihtiyacımız vardı ve o da bunu başardı.

Takımda herkes Kruno’yu sever. Hem sahada, hem saha dışında. Her zaman güven veren istikrarlı biri. Yaptığı her şey saygı uyandırıyor, özellikle de yaşı itibariyle. Sezon boyunca takımın üzerindeki baskıya rağmen maçın o anında yaptığı o atış, hem kendisi için, hem bizim için çok önemliydi. 

Bu takımın özelliği bu. Herkes gerçekten kendi üzerine düşeni yapıyor. Herkes farklı anlarda öne çıkıyor.

Birkaç kez belirli bir oyuncunun çıkıp bize bir şey katabileceğini göstermesi gerekiyordu, ve süreç boyunca tam da bunu yapan birçok oyuncumuz oldu. Birinci oyuncudan onbeşinci oyuncuya kadar. Biz gerçek bir takımız ve bu kadroda herkes aynı derecede önemli.

İyi bir savunma yapıyorsak, bu sadece bir kişinin başarısı değil. Herkes sisteme katkı sağlıyor, diğerleri için elinden geleni yapıyor, ortadaki her top için savaş veriyor. Hücum faulleri, hareketli perdeleme faulleri alarak bize karşı oynamayı zorlaştırıyor.

Öngörü yapmanın bu kadar zor olduğu, Koç Ataman geminin rotasını sabit tutmayı başardı.

Gerektiğinde her birimiz takımı olması gereken yere taşımak için sorumluluk alarak elinden geleni yapıyor.

Koç Ataman’ın da hakkını teslim etmeliyim. Son üç yıldır çalışma şeklimiz konusunda tutarlı oldu. Kendine güvenen ve oyuncularına da çok güven veren bir koç. Herkesin yeteneklerine ve potansiyeline uygun oynamasına imkân veriyor.

Öngörü yapmanın bu kadar zor olduğu, kimin müsait olacağını ya da kimin COVID nedeniyle oynayamayacağını bilmediğimiz bir sezonda, Koç Ataman geminin rotasını sabit tutmayı başardı.

Sezonun başlarında gerektiği kadar iyi oynamamış olsak da, çok büyük değişiklikler yapmadı. Güvenini kaybetmedi. Oyuncularının yanında durdu. Düzeni değiştirmedi. Bir noktada ritmimizi bulduğumuzda, herkes sağlığına kavuştuğunda yükselişe geçeceğimizi biliyordu. Bunu yapmak cesaret ister. Batıyor gibi görünen bir gemide kalmak cesaret ister.

GELECEĞE DAİR

Bu başarıyı bu sezon elde etmemizin bizim için önemli olmasının bir nedeni daha vardı: birçoğumuz için şu anda gelecek belirsiz. Kesin olan tek şey önümüzdeki sezon başladığında Anadolu Efes’in biraz daha farklı bir takım olacağı.

Kariyerimde ilk defa bir takımda bir sezondan fazla oynadım. Takımdaki üçüncü yılım ve birçok takım arkadaşımla ömür boyu sürecek dostluklar kurduk. Bu serüvenin sonunda şampiyonluğu kazanmış olmak hepimiz için tüm yaşadıklarımıza basılmış bir onay mührü gibi.

Tüm bu süreç inanılmaz bir hikaye.

İlk sezon takımda birbirini tanımaya çalışan sekiz ya da dokuz yeni oyuncuyken EuroLeague şampiyonluk maçına kadar yükseldik. Finalde mağlup olsak da, Türkiye Ligi’nde 10 sezon sonra ilk kez şampiyon olduk.

Ertesi sene sezona ligin en iyi takımı olma hedefiyle başladık. Şampiyonluğu hak ettiğimizi kanıtlamak istiyorduk ve sezon boyunca harika oynadık. Sonra COVID her şeyi berbat etti.

Ardından geçtiğimiz yaz benim NBA’ye gideceğim ya da başka oyuncuların farklı takımlarla anlaştığına dair söylentiler çıktı. Fakat hepimiz dönmeye karar verdik. Yapabileceğimize inandığımız şeyi gerçekleştirmek üzere hepimiz Efes’e döndük.

Sezonu hem Türkiye Ligi hem de EuroLeague şampiyonu olarak kapattık ve böylece Avrupa’nın tartışmasız en iyi takımı olduğumuzu kanıtladık.

Bu çok güzel, muhteşem bir hikaye. Çok özel oyuncular, çok özel bir takım, ve her birimizin kariyerinde ömür boyu unutulmayacak çok özel bir dönemdi. Her zaman anlatacağımız bir hikaye bu.